“Nasıl bir soru bu böyle?” diyebilirsiniz.

Tekrar edeyim. Yeşil büyüme mümkün mü? Yani hem büyüyeceksiniz hem de yeşil olacaksınız. Buradaki büyümeden kasıt hiç şüphesiz ekonomik büyüme olsa gerek. Yoksa hiçbir zaman “büyümek” kelimesi insanlığınızın büyümesi veya kültürünüzün büyümesi anlamında kullanılmamıştır.

Zor sorudur bu. Laf dönüp dolaşıp döngüsel ekonomiye gelir. “Doğadan daha fazla almayacaksınız; bugüne kadar aldıklarınızı döne döne kullanacaksınız. Ekonominizi bu şekilde sürdüreceksiniz,” anlamına gelir. Bugüne kadar kullandığınız maddeyle ekonominizi sürdürmekle kalmayacak, büyüteceksiniz de. İşte o zaman yeşil büyüme olacak. “Ekonominizi büyütürken çevreye zarar vermeyeceksiniz, hammadde kullanımınıza dikkat edeceksiniz. Yeni bir hammadde değil dolaşımda olanı kullanacaksınız,” anlamına gelir döngüsel ekonomi.

Haydi bakalım. Düşünelim biraz. Zaten gezegenin kaynaklarını fazlasıyla tüketiyoruz. Her yıl sınır aşma günümüz biraz daha öne geliyor. Mevcut büyüme hızımızla gidince tek bir Dünya yetmiyor 1,5 Dünya’ya ihtiyaç duyuyoruz. Daha da büyürsek ne olur acaba? “Hayır, hayır, yeşil bir şekilde büyüyelim,” sözlerini duyar gibi oluyorum. Haydi, yeşil bir şekilde büyüyelim.

Örneğin elektrikli araçlar yapalım. Bunlar yeşil büyüme dinamiğinde olması gereken şeyler. Ne lazım bunun için? Mesela alüminyum lazım… Bu araçların hafif araç gövdesini imal etmek için alüminyum gerekecek. Piller yapacağız; bunların dış kaplamasında da alüminyum gerekecek. Elektrikli araçların pilleri için nikel de gerekecek. Yenilenebilir enerjinin depolanması için ihtiyaç duyulan pillerde vanadyum da gerekecek. Emisyonları azaltmak için kullanılan katalitik konvertörlerde de paladyum gerekecek. Bu hammaddeler doğadan alınmayacak mı?

Biz döngüsel ekonomi prensiplerini benimsiyoruz ya hani. En çok da Avrupa benimsiyor. O zaman neden Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi hammadde piyasalarını birbirine katıyor? OECD verilerine göre Rusya’da üretilen ve modern imalat süreçlerinin tedarik zincirlerinde kritik rol oynayan bazı metallerle ilgili belirsizlikler piyasaları çok etkiledi. Alüminyum, nikel, paladyum, vanadyum, işte bu kritik metaller arasında yer alıyor. Rusya, küresel alüminyum üretiminin %5,5’unu, nikel üretiminin %11’ini, paladyum üretiminin %43’ünü, vanadyum oksit üretiminin %21’ini elinde tutuyor.

Olay sadece petrol ve gaz değil, kritik elementler de var işin içinde.

Avrupa’nın Ukrayna’ya İlgisi

Avrupa Komisyonu’nun “Ukrayna’nın her zaman arkasındayız. Ukrayna’yı yeniden inşa edeceğiz,” söylemleri dikkatinizi çekiyor mu? Ne var Ukrayna’da? Maden zenginliği olmasın sakın!

Savaşın başlamasından 8 ay önce, Temmuz 2021’de, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Ukrayna’yla stratejik hammaddeler üzerine stratejik bir ortaklık başlattı. Amaç, “hammadde ve pil değer zincirinde entegrasyonu başarmak” olarak ifade edildi. Ukrayna’nın AB’nin araç pili merkezi olması planlanıyordu.

Son yıllarda Ukrayna, madenciliğe yaptığı yatırımı artırmış durumda. Ukrayna hükümetinin Avrupa ve Kuzey Amerika’dan mineral bölgeleri geliştirmek için milyarlarca dolarlık yüzlerce yatırım teklifi aldığını biliyor muydunuz?

Ukrayna’nın değerli maden ve mineral kaynaklarının olduğu, değeri trilyon dolarlarla ölçülen topraklarının bir kısmı şimdi Rus işgali altında… Bu kaynakların içinde yeşil teknolojilerde ve havacılık, ulaşım ve inşaat sektörlerinde ihtiyaç duyulacak tantal ve niyobyum gibi elementler bulunuyor.

Başka bir dönemde yaşasak nasıl olurdu?

Sık sık düşündüğüm bir konudur bu. Hele mesleğim gereği çevre problemlerinin bu kadar farkında olunca, insanlığın çevresel sorunlar nedeniyle bir yok oluşa doğru sürüklendiğini görmek işten değil. Çevre problemleri bu kadar olmasaydı, küresel ısınma açısından bu kadar bıçak kemiğe dayanmamış olsaydı, yaşam daha sakin olsaydı, dijital dönem içinde olmasaydık, insanların birbirine mektup yazdığı, kart yolladığı, toplumsal bütünlüğün daha belirgin olduğu bir dönemde sürseydi hayatımız nasıl olurdu acaba? Kendimi daha “insan” gibi mi hissederdim?

Böyle düşünürken hemen bir gerçek yine aklıma gelir: Savaşlar hep vardı. İnsan var oldukça savaşlar hep oldu. Kaynaklar için, güç için, enerji için, topraklar için… Hep savaş yaşadı insanlık. Bu nedenle “Başka bir dönemde muhtemelen daha az çevresel felaket ama benzer çatışmalar, kaynaklar için yarışan ülkeler yine görecektik,” cevabını veriyorum kendime.

AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planında Ciddi mi?

Kağıt üstünde ciddi gibi görünüyor. Uygulamada Ukrayna’nın kaynaklarına duyduğu açlığı pek hayra yoramıyoruz. Sömürdükleri ülkelerin madenlerini yıllarca kendi doymayan endüstrilerini beslemek için kullandı Avrupa ülkeleri. Madencilik faaliyetlerinin yapıldığı ülkeler ise çevresel ve sosyal sorunlarla baş başa kaldı. Avrupa’nın Ukrayna’ya duyduğu ilgi elbette madencilik faaliyetleriyle taçlanacak.

Bu durum döngüsel ekonomi ilkeleriyle uyuşmuyor diye düşünüyorum. Hani gezegenin sınırları içinde kalacaktık? Hani dolaşımda olan madenleri, mineralleri ekonomiye yeniden kazandıracaktık?

Yeşil madencilik diye bir şey yok!

Yeşil madencilik, çevre-dostu madencilik ifadesi madenciliğin yerel çevre ve toplum üstündeki etkilerini gizleyen bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Yok, öyle bir şey! Madencilik faaliyetleri bir türlü yeşil olamaz. Her zaman çevresel bir etkisi var. Sadece “daha az zararlı” olabilir bir kıyaslama düzlemi içinde. Yaptığınız madencilik, elektrikli araçların pillerini üretmek için olsa bile, o madenciliğin çevre-dostu olması çok zor.

AB’nin dijital ikiz ve enerji geçişi projesini beslemek için artan şekilde ihtiyaç duyduğu metal ve mineraller, AB üye ülkelerinde daha fazla madencilik yapmak anlamına geliyor. Dijitalleşme ve yeşil geçiş için hammadde arayışının madencilik yapılacak ülkelere bir faturası olacak. Madencilik faaliyetlerinin nükleer enerjide olduğu gibi “yeşil” etiketi alması hiç de zor değil diğer taraftan.

Çözüm nedir?

Çözüm “büyümek” değil, çözüm “dengelenmek” olmalı bana göre. Sorun, zaten belli ülkelerin çok büyümüş (!) olması değil mi? Hatta ülkeler içinde belli grupların çok büyümüş (!) olması değil mi sorun? Birileri büyürken birileri yoksul kaldı, küçüldü. O zaman dengelenmeli bu düzen. “Dengelenme” içinde adalet de barındırıyor. Dünya kaynaklarının adil dağılımı…

Obez grup biraz diyete girmeli artık. Diğerleri ise yaşayabilecek kadar tüketmeli. Doymak bilmeyen obez grupları referans gösterip “Bu kadar madde ve enerji ihtiyacını nasıl karşılayacağız peki?” diye tüketim toplumuna yapılan güzellemelere gülüp geçmeli.

Büyümekten bahsederken “pastayı büyütmek” ifadesi bizim gezegen için geçerli olmamalı bana sorarsanız. Gezegenin sınırları belli çünkü… Büyütebilir misiniz bu gezegen pastasını? O zaman gelin büyümek demeyelim şu işe. “Dengelenmek” diyelim. Hem de yeşil ilkelerle…

Daha az ihtiyaç duyalım şu hammaddelere! Daha çok geri kazanalım dolaşımda olan hammaddeleri. Daha az bağımlı olalım diğer ülkelere. Çünkü tarih göstermiş ki kaynak talebi ve savaşlar arasındaki ilişki çok güçlü. Ne kadar bağımlı olursanız, savaşlara girme olasılığınız o kadar artıyor.

Yeşil teknolojileri elbette benimseyelim ve araştırmalarımızı yeşil teknolojilere yöneltelim. Ancak onlar için de hammaddeye ihtiyaç duyacağız. Bu nedenle hem malzeme hem de enerji talebini azaltmaktan, geri kazanıma odaklanmaktan ve daha çevre dostu malzemeler seçmekten başka çaremiz yok. Gelecekte yenilenebilir enerji hatlarımızı oluşturmak ve enerjiyi depolayacak pilleri geliştirmek için daha fazla malzemeye ihtiyaç duyacağız. Ama gezegenin sınırları içinde karşılayabiliriz bu ihtiyacı.

Enerji ve hammadde kullanımını azaltmazsak varoluş mücadelemizi kaybedeceğiz.