28 Temmuz 2022 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin evrensel bir insan hakkı olduğunu beyan eden önergeyi kabul etti. 161 kabul ve 8 çekimser oyla önerge kabul edildi. 24 üye oylamada bulunmuyordu. Orijinal önerge Haziran 2021’de Kosta Rika, Maldivler, Slovenya ve İsviçre tarafından verilmişti.

 

Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin ezici bir çoğunlukla temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreyi hak olarak tanıması, “insanların ve gezegenin bir zaferi” olarak lanse edildi. Ve bu tanımanın gelecekte yasal bir altyapı sunma potansiyelinden söz edildi. Kabul edilen önerge, ulusları, uluslararası kuruluşları ve iş dünyasını sağlıklı bir çevreyi sağlamak için çabaları artırmaya çağırıyor.

 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri sözcüsü Farhan Haq oylamayı, küresel ortaklığın hala mümkün olduğunun bir kanıtı olduğunu söyleyerek kutluyor: “Bu dönüm noktası gelişme, üye ülkelerin gezegenin iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve kirlenme olarak ifade edilen üç krizi için ortak savaşımızda bir araya gelebileceğini gösteriyor,” diyor.

 

Bağlayıcı mı?

 

Genel kurul kararları yasal olarak bağlayıcı değil. “Evet” oyu verenlerin bazıları ve çekimser oy kullanan ülkeler (Belarus, Kamboçya, Çin, İran, Etiyopya, Kırgızistan, Rusya ve Suriye) önemli olmasına rağmen bu kararın “politik bir deklarasyonun biraz fazlası” düzeyinde olduğunu belirttiler. Ancak Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın Nairobi’deki müdürü, oylamayı bir zafer olarak değerlendirdi ve 1972 Stokholm Bildirgesinden bugüne kadar bu hakkın yasalara, ulusal kanunlara ve bölgesel anlaşmalara entegre edildiğini belirtti.

Birleşmiş Milletler, bu hakkın tanınmasının tıpkı gıdada olduğu gibi olumlu sonuçlarının olabileceğine inanıyor. 60 yıl önce sağlıklı gıda hakkının kabul edilmesiyle, mahkemeler ve ulusal insan hakları örgütleri gıda güvenliğiyle ilgili mücadelelerine dayanak bulmaya başlamışlardı. Benzer şekilde 2010 yılında su hakkının tanınmasının yasal süreçlerde faydası dokunmuştu.

Şimdi hareket zamanı!

“Şimdi kurumların, hükümetlerin, iş dünyasının kaynaklarını harekete geçirmesi ve bu hakkı bir gerçeğe dönüştürmesi gerekiyor. Bugün uzun zamandır aranan bu zaferi kutluyoruz, yarın bu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi, tüm ülkeler tarafından ulusal düzeyde insan hakları çerçevesinde tanınması için mücadele edeceğiz,” diyor yetkililer.

Bağlayıcı olmayan bu kararın ülkeler tarafından önemli bir yere konulması, ulusal yasalara ve bölgesel anlaşmalara dalga dalga yerleşmesi konusunda umutlar besleniyor. Çevreyi savunanların ekolojik yıkım getiren projelere karşı mücadelelerinde bu kararın güç sağlayacağı belirtiliyor.

Umut veren bazı gelişmeler

Bu yılın başında Latin Amerika ve Karayip Adaları, çevre savunucularına (yerliler, ağaçsızlaşmaya madenciliğe ve petrol taramalarına karşı çıkanlar da dâhil) daha fazla koruma getireceklerine dair söz verdiler. 2021 yılı başında 227 çevre savunucusunun öldürüldüğü rapor edilmişti. Geçen yıl, New York eyaleti, vatandaşlarına sağlıklı çevre hakkını garanti eden anayasal düzenlemeyi gerçekleştirdi. 2019 yılında çevreci bir grup tarafından açılan bir dava sonucunda, Hollanda mahkemesi, iklim değişikliğinin insan haklarına doğrudan bir tehdit oluşturduğunu belirterek hükümete karbon emisyonlarını daha fazla azaltması konusunda talimat verdi.

Bu tür değişimler çevre savunucularının çabalarıyla gerçekleşiyor. Onlar da hükümetleri iklim değişikliği gibi çevre problemlerinde önlem almaya zorlamak için yasaları dayanak olarak kullanıyorlar.

Son zamanlarda Brezilya yargıtayı Paris iklim anlaşmasının bir insan hakları anlaşması olduğunu ve anlaşmanın ulusal yasanın yerini alacağını belirtti. Yetkililer, Birleşmiş Milletlerin bu kararının da benzer kararlara güç vereceği umudunu taşıyor.

Aslında hemen hemen bütün ülkelerin kirliliği azaltmak, bitki ve hayvanları korumak, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için tasarlanmış ulusal yasaları bulunuyor. Ancak bu kurallar her zaman tamamen uygulanmıyor ve ihlal edildiklerinde de vatandaşın hükümetleri ve şirketleri sorumlu tutması çok zor olabiliyor.

Ulusal düzeyde, sağlıklı bir çevrenin bir insan hakkı olduğunu belirtmek, çevre için yıkıcı projelerin pek çok ülkede iyi tanımlanmış olan insan hakkı yasaları altında ele alınmasını sağlayacak.

Çevre problemi aynı zamanda bir insan hakkı ihlali…

Şimdi gözlerimizi kapatıp bir düşünelim. Pek çok çevre problemimiz var. İklim değişikliği Dünya nüfusunun çoğunu etkiliyor. Kuzey Kutbundan Avustralya’ya kadar yüksek sıcaklıklar sardı dünyayı. Orman yangınlarından, ulaşım araçları ve endüstriye kadar pek çok kaynak hava kirliliğine neden oluyor. Arılar ve polen yapıcılar beklenmeyen oranlarda ölüyorlar ve bitki üretiminde ve dolayısıyla gıda mevcudiyetinde azalmalar oluyor.

İşte tüm bu problemler, bundan sonra yalnızca “çevre problemi” değil “insan hakları ihlali” olarak anılacak.

Yeni bir umut!

Sorunların başında bu deklarasyonun yasal olarak bağlayıcı olmaması geliyor. Geçmiş uygulamaların gösterdiği gibi ülkeler böyle bir deklarasyonu oylarıyla destekleyebiliyorlar ancak uygulamalarına bunu yansıtmayabiliyorlar. Belirsizlikler de var. Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre tanımı nasıl yapılacak? Ancak yine de karar ahlaki duruştan biraz fazlasını temsil ediyor. Bu tür kararların geçmişte etkin anlaşma ve kanunların temelini oluşturduğunu biliyoruz. Benzer kararlar bazı güçlü eylemlerin kapısını geçmişte açmıştı.

1948’de 2. Dünya Savaşı’nın sonuçları yaşanırken yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etmişti. Beyanname yasal olarak bağlayıcı değildi. Ancak insan onuru için temel şartları oluşturmayı başardı. O tarihten sonra insan haklarının kapsamı genişletildi; bu hakları kabul eden ülkeler yasal olarak bağlayıcı olan çeşitli anlaşmalar gerçekleştirdiler. Çocuk ve engelli hakları örnek olarak verilebilir.

Birleşmiş Milletler, elli yıldır çevreyi küresel bir endişe konusu olarak tartışıyor. Zaman içinde çok sayıda uluslararası anlaşma yapıldığını da biliyoruz. Örneğin biyoçeşitliliğin korunması ve ozon tabakasındaki deliğin kapatılmasıyla ilgili. 2015 Paris İklim Anlaşması küresel ısınmayı sınırlamak için bağlayıcı sayılabilecek bir düzenleme olarak kabul görüyor.

Bu tür deklarasyonlar yasal olarak bağlayıcı olmasa bile çevreyi korumak için hükümetler ve şirketler üstünde baskı oluşturmak için kullanılabilen araçlar haline geliyor.

Bir değişim olacak mı? Bunu zaman gösterecek elbette. Değişim her zamanki gibi biraz zaman alacak ancak umudumuz odur ki çevreyi savunanlar bu kararla uluslararası bir destek bularak güçlenmiş olacaklar. Diğer yasalara oranla daha kurumsallaşmış olan insan hakkı yasalarına sırtlarını dayayabilecekler.